Kırbıyık kendi çocuklarının çığlıklarının duydu. “Yapma baba,” diye seslendiler. En önde küçük oğlu, arkada diğer oğlu, ona doğru koştular. ”Yapma baba ne olur yapma” Anası da arkalarında ona doğru koşuyor, başındaki beyaz örtüsü rüzgârda uçuşuyor. Yeleleri beyaz bir at gibi seğirtiyor, ellerini açmış döşüne vurarak bağırıyor: “Günahtır, oğul. Bu ağayı öldürmeye benzemez. Vebali çoktur. Ömür boyudur oğul. Yıllar geçse de izi silinmez, seni yakar kavurur. Sakın ha oğlum. Sakın tetiği çekme.” “Ne yapsam anne, silahı dayamışlar arkama, namlunun soğuk nefesini duyuyorum. Beni esir almışlar. Onlar ölmezse ben öleceğim.”
Yüzü soldu. Ona doğru açılıp, gelen kanatları düştü. Masumlaştı. Çocuklar aynı anda dönüp uzaklaştılar. Karşısında, namluyu doğrulttuğu kadının gözlerinde kayboldular. Ay ışığı bütün cömertliği ile ortalığı tamamen aydınlatmış, tüm beyni bu dört kişilik aile üzerinde yoğunlaşmıştı. Gözleri, namlusunun gösterdiği hedeften, yerdeki makilere yöneldi…
“Hayır! Yapamayacağım.